17 Kasım 2025 Pazartesi

Karakter Oyuncu Kısa Açıklama
Prens Giray Altınok Krallığın ortanca çocuğu, dizinin ana karakteri
Kalesh Serdar Orçin Vezir; krallığın politik dengelerinde etkili
Sion (Kraliçe) Ceyda Düvenci Kraliyet ailesinin güçlü kadını
Anarkhia Aslı Tandoğan Sert ve dikbaşlı karakter; düzeni zorlayan
Thenio Çağdaş Onur Öztürk Komutan / lider pozisyonu
Hasharia Derya Pınar Ak Krallığın önemli kadın karakterlerinden

18 Eylül 2025 Perşembe

Karakter Oyuncu Kısa Açıklama
Prens Giray Altınok Krallığın ortanca çocuğu, dizinin ana karakteri
Kalesh Serdar Orçin Vezir; krallığın politik dengelerinde etkili
Sion (Kraliçe) Ceyda Düvenci Kraliyet ailesinin güçlü kadını
Anarkhia Aslı Tandoğan Sert ve dikbaşlı karakter; düzeni zorlayan
Thenio Çağdaş Onur Öztürk Komutan / lider pozisyonu
Hasharia Derya Pınar Ak Krallığın önemli kadın karakterlerinden

Yeni yıl maratonuna bu filmle başlamış bulunuyorum. Bol bol kış temalı gönderiler yola çıkıyor haberiniz olsun! Bu filmi sevgili İlkay'ın bloğunda görüp izlemiş ve beğenmiştim (İlkay'ın yazısını okumak için TIK). 




"An Almost Christmas Story" (Türkçeye 'Bir Yeni Yıl Hikayesi' olarak çevrilmiş) beni oldukça büyüleyen bir stop-motion tarzında tasarlanmış ve Disney+'ta yayınlanan, yaklaşık 30 dakikalık bir kısa animasyon filmi. Film, bir yavru baykuş olan Moon'un, Rockefeller Center’daki dev yılbaşı ağacında bulduğu kendini keşfetme ve eve dönme yolculuğunu anlatıyor. Yol boyunca Luna adlı bir kız çocuğu ve diğer eğlenceli karakterlerle karşılaşıyor. Filmin fragmanı:




Hikayede, yılbaşı ruhunu keşfetme, dostluk ve eve dönüş temaları ön planda. Moon ve Luna, birbirlerine yardım ederek sadece fiziksel olarak değil, duygusal anlamda da “eve dönmenin” ne demek olduğunu öğreniyorlar. Film, sıcak bir dostluk ve cesaret mesajıyla bitiyor, izleyiciye yılbaşı sezonunun özünü hatırlatıyor: bir arada olmanın ve sevginin gücünü.


Konusundan ziyade grafikler benim için filmin en dikkat çekici yönüydü. Yapım stop-motion benzeri bir görsellik sunarak, sahnelere kağıt ve karton estetiği katılmış. Bu bana oldukça ilginç geldi. Bu tarzda arka planı basit tutarken ana karakterler daha detaylı ve çekici bir şekilde öne çıkarılmış. New York manzaralarının karton kutulardan yapılmış gibi görünmesi filme sıcak bir nostalji havası kazandırmış.



Film, yalnızca görselliğiyle değil anlatım tarzıyla da gönlümü çaldı. John C. Reilly’in folk şarkılarıyla eşlik ettiği anlatıcı, hikayeyi daha samimi ve neşeli hale getiriyor. Mesajlar aslında çok basit verilmiş. Eğer yaratıcı görseller ve duygusal hikayelerden hoşlanıyorsanız, hele ki ben gibi bir kar, kış hastasıysanız bu kısa filmi izlemek hoşunuza gidecektir.


Bir Yeni Yıl Hikayesi | Kısa Film Yorumu

7 Aralık 2024 Cumartesi

,

Yeni yıl maratonuna bu filmle başlamış bulunuyorum. Bol bol kış temalı gönderiler yola çıkıyor haberiniz olsun! Bu filmi sevgili İlkay'ın bloğunda görüp izlemiş ve beğenmiştim (İlkay'ın yazısını okumak için TIK). 




"An Almost Christmas Story" (Türkçeye 'Bir Yeni Yıl Hikayesi' olarak çevrilmiş) beni oldukça büyüleyen bir stop-motion tarzında tasarlanmış ve Disney+'ta yayınlanan, yaklaşık 30 dakikalık bir kısa animasyon filmi. Film, bir yavru baykuş olan Moon'un, Rockefeller Center’daki dev yılbaşı ağacında bulduğu kendini keşfetme ve eve dönme yolculuğunu anlatıyor. Yol boyunca Luna adlı bir kız çocuğu ve diğer eğlenceli karakterlerle karşılaşıyor. Filmin fragmanı:




Hikayede, yılbaşı ruhunu keşfetme, dostluk ve eve dönüş temaları ön planda. Moon ve Luna, birbirlerine yardım ederek sadece fiziksel olarak değil, duygusal anlamda da “eve dönmenin” ne demek olduğunu öğreniyorlar. Film, sıcak bir dostluk ve cesaret mesajıyla bitiyor, izleyiciye yılbaşı sezonunun özünü hatırlatıyor: bir arada olmanın ve sevginin gücünü.


Konusundan ziyade grafikler benim için filmin en dikkat çekici yönüydü. Yapım stop-motion benzeri bir görsellik sunarak, sahnelere kağıt ve karton estetiği katılmış. Bu bana oldukça ilginç geldi. Bu tarzda arka planı basit tutarken ana karakterler daha detaylı ve çekici bir şekilde öne çıkarılmış. New York manzaralarının karton kutulardan yapılmış gibi görünmesi filme sıcak bir nostalji havası kazandırmış.



Film, yalnızca görselliğiyle değil anlatım tarzıyla da gönlümü çaldı. John C. Reilly’in folk şarkılarıyla eşlik ettiği anlatıcı, hikayeyi daha samimi ve neşeli hale getiriyor. Mesajlar aslında çok basit verilmiş. Eğer yaratıcı görseller ve duygusal hikayelerden hoşlanıyorsanız, hele ki ben gibi bir kar, kış hastasıysanız bu kısa filmi izlemek hoşunuza gidecektir.


Spoiler içermez. Bu oyunu sonbahar indiriminden almıştım -size de önermiştim zaten. Agatha Christie - Hercule Poirot: The London Case oyunu, ünlü dedektif Hercule Poirot'un maceralarını temel alan, bulmaca odaklı bir macera oyunu. Blazing Griffin tarafından geliştirilen ve Microids tarafından yayımlanan bu oyun özellikle bulmaca severler ve Agatha Christie hayranları için dikkat çekici. Ancak oyun, atmosferine ve Poirot’un zekasını ortaya koyma şekline rağmen bazı hayal kırıklıkları da barındırıyor. Sürekli aynı mekanlar arasında gidip gelmek zorunda kalmak ve zaman zaman tekrara düşen oyun döngüsü sıkabiliyor. Şu an fiyatı 30 dolar. Steam sayfasına gitmek için: Agatha Christie - Hercule Poirot: The London Case | Steam




Hikaye, Agatha Christie'nin önceden yazdığı bir hikayeden uyarlama değil. Tamamen yeni bir fikirle gelinilmiş. Poirot'un yeni bir sergi açılışı için Londra'ya davet edilmesiyle başlıyor hikayemiz. Ve elbette işler pek yolunda gitmiyor; dedektifimiz kendini bir sanat eserinin çalınması ve beraberindeki gizemli olayları çözmek zorunda buluyor. Agatha Christie eserlerine yakışır şekilde özenle işlenmiş bir entrika sunuluyor. Karakterler arasında yaşanan diyaloglar ve ince detaylarla zenginleştirilen hikaye türün hayranları için tatmin edici. Oyunun fragmanını da yukarıda verdiğim Steam sayfasından izleyebilirsiniz.



Oynanış, bulmacalar çözmek, ipuçlarını analiz etmek ve Poirot’un ünlü "küçük gri hücrelerini" çalıştırmasına dayanıyor. Oyunda  ipuçlarını bir araya getirerek suçun ardındaki gerçeği çözmeye çalışıyoruz. Ancak sürekli aynı mekanlara gidip gelmek zorunda kalmak ve bu süreçte pek az yenilikle karşılaşmak, ilerleyişi zaman zaman sıkıcı hale getiriyor. Ayrıca bazı bulmacalar, gereğinden fazla sezgisel ya da tersine oldukça zorlama olabiliyor, bu da oynanışın temposunu olumsuz etkileyebiliyor.




Grafikler genel olarak tatmin edici ancak bir başyapıt seviyesinde değil. Londra’nın atmosferi, Poirot’un dünyasına uygun bir şekilde işlenmiş, özellikle iç mekanlar detaylı bir şekilde tasarlanmış. Ancak bu detaylı mekanlar, sürekli olarak aynı yerlere geri dönmek zorunda kalınca cazibesini bir tık kaybediyor. Karakter modelleri ve animasyonları günümüz standartlarına kıyasla biraz basit kalıyor. Maalesef çok fazla teknik sorun vardı. Özellikle kamera açıları ve senkronizasyon hataları biraz sinir bozucuydu. 



Seslendirme çalışmaları ise oldukça başarılıydı. Özellikle Hercule Poirot’un seslendirmesi karakterin karizmasını ve zekasını başarıyla yansıtıyor. Müzikler de genel olarak tekrar eden, oyunun gidişatına uyan bir şekilde tasarlanmış.



Eğer Agatha Christie romanlarını seviyor ve bulmacaları çözmeyi içeren oyunlara da ilgi duyuyorsanız, "The London Case" sizin için uygun bir seçim olabilir. Ancak görsellik ve teknik detaylarda beklentileriniz yüksekse bu yönden sizi hayal kırıklığına uğratabilir. 

Agatha Christie - Hercule Poirot: The London Case

6 Aralık 2024 Cuma

,

Spoiler içermez. Bu oyunu sonbahar indiriminden almıştım -size de önermiştim zaten. Agatha Christie - Hercule Poirot: The London Case oyunu, ünlü dedektif Hercule Poirot'un maceralarını temel alan, bulmaca odaklı bir macera oyunu. Blazing Griffin tarafından geliştirilen ve Microids tarafından yayımlanan bu oyun özellikle bulmaca severler ve Agatha Christie hayranları için dikkat çekici. Ancak oyun, atmosferine ve Poirot’un zekasını ortaya koyma şekline rağmen bazı hayal kırıklıkları da barındırıyor. Sürekli aynı mekanlar arasında gidip gelmek zorunda kalmak ve zaman zaman tekrara düşen oyun döngüsü sıkabiliyor. Şu an fiyatı 30 dolar. Steam sayfasına gitmek için: Agatha Christie - Hercule Poirot: The London Case | Steam




Hikaye, Agatha Christie'nin önceden yazdığı bir hikayeden uyarlama değil. Tamamen yeni bir fikirle gelinilmiş. Poirot'un yeni bir sergi açılışı için Londra'ya davet edilmesiyle başlıyor hikayemiz. Ve elbette işler pek yolunda gitmiyor; dedektifimiz kendini bir sanat eserinin çalınması ve beraberindeki gizemli olayları çözmek zorunda buluyor. Agatha Christie eserlerine yakışır şekilde özenle işlenmiş bir entrika sunuluyor. Karakterler arasında yaşanan diyaloglar ve ince detaylarla zenginleştirilen hikaye türün hayranları için tatmin edici. Oyunun fragmanını da yukarıda verdiğim Steam sayfasından izleyebilirsiniz.



Oynanış, bulmacalar çözmek, ipuçlarını analiz etmek ve Poirot’un ünlü "küçük gri hücrelerini" çalıştırmasına dayanıyor. Oyunda  ipuçlarını bir araya getirerek suçun ardındaki gerçeği çözmeye çalışıyoruz. Ancak sürekli aynı mekanlara gidip gelmek zorunda kalmak ve bu süreçte pek az yenilikle karşılaşmak, ilerleyişi zaman zaman sıkıcı hale getiriyor. Ayrıca bazı bulmacalar, gereğinden fazla sezgisel ya da tersine oldukça zorlama olabiliyor, bu da oynanışın temposunu olumsuz etkileyebiliyor.




Grafikler genel olarak tatmin edici ancak bir başyapıt seviyesinde değil. Londra’nın atmosferi, Poirot’un dünyasına uygun bir şekilde işlenmiş, özellikle iç mekanlar detaylı bir şekilde tasarlanmış. Ancak bu detaylı mekanlar, sürekli olarak aynı yerlere geri dönmek zorunda kalınca cazibesini bir tık kaybediyor. Karakter modelleri ve animasyonları günümüz standartlarına kıyasla biraz basit kalıyor. Maalesef çok fazla teknik sorun vardı. Özellikle kamera açıları ve senkronizasyon hataları biraz sinir bozucuydu. 



Seslendirme çalışmaları ise oldukça başarılıydı. Özellikle Hercule Poirot’un seslendirmesi karakterin karizmasını ve zekasını başarıyla yansıtıyor. Müzikler de genel olarak tekrar eden, oyunun gidişatına uyan bir şekilde tasarlanmış.



Eğer Agatha Christie romanlarını seviyor ve bulmacaları çözmeyi içeren oyunlara da ilgi duyuyorsanız, "The London Case" sizin için uygun bir seçim olabilir. Ancak görsellik ve teknik detaylarda beklentileriniz yüksekse bu yönden sizi hayal kırıklığına uğratabilir. 

Bu yıl kendimi dedektif ve suç kitaplarından alamadım. Yani, zaten en sevdiğim türler ama bu sene okuduğum kadar okumamıştım hiç. Bu okuduklarım arasında biraz farklıydı. Kitabın en başında katilin kim olduğunu zaten öğreniyoruz ama kitapta onun karanlık psikolojisini görüyoruz. Katil bir psikiyatrist ve onu yakalamaya çalışan da bir psikiyatrist. Bu yüzden psikoloji ve travmalar üzerine çok duran, oldukça heyecanlı süren bir kitap.





Psikopat adından da anlaşılacağı gibi psikolojik gerilim türünde bir roman. Kitap, FBI’ın seri katil avcısı Dr. Frank Clevenger’ın, rahatsız edici bir dizi olayla karşı karşıya kaldığı bir hikâyeyi anlatıyor. Ablow'un (yani yazarımızın kendisi d) psikiyatrist. Tıbbi psikiyatri bilgisini kullanarak bir katilin zihnini ve motivasyonlarını okuyucuya başarıyla aktardığını düşünüyorum. Kitap, insan doğasının karanlık yönlerine, özellikle narsisizm ve empati eksikliği gibi psikopatolojik unsurlara yoğunlaşırken aynı zamanda toplumsal ve bireysel travmaların insan davranışlarına etkisini de sorguluyor.

Dr. Frank Clevenger hem profesyonel hem de kişisel hayatında karmaşık bir karakter. Kendisi de kusurlu bir insan olduğundan kitabı okurken bu karakter bana hem onunla empati kurdurttu hem de ahlaki açıdan sorgulamalar yaptırttı. Katil karakter ise gerçekçi detaylarla inşa edilmiş; zihnindeki karanlık ve karmaşık yapı okura adeta bir akıl oyunu sunuyor. Ablow, karakter gelişiminde hem psikiyatrik bilgi birikimini hem de edebi yeteneğini ustalıkla kullanmış.

Kitabın en güçlü yönlerinden biri bana göre sürekli tetikte tutan atmosferiydi. Ablow, gerilim dozunu yavaş yavaş artırarak beni hikâyenin içine çekti de çekti. Zaman zaman rahatsız edici derecede ayrıntılı olan cinayet ve suç sahneleri hikâyenin karanlık havasını güçlendiriyor.


Keith Ablow’un anlatımı ise sade ancak etkileyici. Psikolojik terimlerin ve klinik detayların hikâyeye yansıması beni bilgiyle boğmadan öğretici bir yan sundu. Bununla birlikte, bazı bölümlerde olay örgüsü tahmin edilebilir hale gelebiliyor, bu da kitaptaki gerilimi zaman zaman zayıflatıyor. Büyük bir klişe de yakaladım yani kitapta. Spoiler (detay) vermemek için bunu yazmıyorum ama kitabı okuduysanız ya da okursanız tahmin edebilirsiniz diye düşünüyorum.


Okumalı mısınız? Psikolojik gerilim severler için tatmin edici bir roman diye düşünüyorum. Keith Ablow’un psikiyatristlik geçmişi, hikâyeye derinlik ve inandırıcılık katıyor. Kitap, insan zihninin karanlık yönlerini keşfetmek isteyenler için etkileyici bir okuma sunuyor. Ancak bazı okuyucular için rahatsız edici olabilecek sahneler içerdiğinden bu türden hoşlanmayanların dikkatli olması gerekebilir. Genel olarak, Ablow’un hem psikolojik hem de edebi yeteneklerini sergilediği başarılı bir eser ve ben büyük bir zevkle okudum.


Alıntılar

Eğer iyiye ulaşmanın bir yolu varsa o da bütün kötülüklerle tanışmaktan geçer.
Syf: 191

Bir toplum olarak hepimiz İsa ya da Gandhi gibi davranabiliriz. Yalnız kaldığımızda ise çoğumuz Terminatör gibi davranıyoruz.
Syf: 249

Arınmak kavganın yarısıdır.Kendine gelmeni sağlayacak olan şey doğrucu bir insan olmaktır - acıyı sahiplenmek ve uyuşturucu ya da yalanla uzaklaştırmaya çalışmamak.
Syf: 275

Yaşam bir savaş meydanı. Hep öyle oldu ve hep öyle olacak ve eğer öyle olmasaydı, var oluş sona ererdi.
Syf: 315

Psikopat - Keith Ablow | Kitap Yorumu

5 Aralık 2024 Perşembe

,

Bu yıl kendimi dedektif ve suç kitaplarından alamadım. Yani, zaten en sevdiğim türler ama bu sene okuduğum kadar okumamıştım hiç. Bu okuduklarım arasında biraz farklıydı. Kitabın en başında katilin kim olduğunu zaten öğreniyoruz ama kitapta onun karanlık psikolojisini görüyoruz. Katil bir psikiyatrist ve onu yakalamaya çalışan da bir psikiyatrist. Bu yüzden psikoloji ve travmalar üzerine çok duran, oldukça heyecanlı süren bir kitap.





Psikopat adından da anlaşılacağı gibi psikolojik gerilim türünde bir roman. Kitap, FBI’ın seri katil avcısı Dr. Frank Clevenger’ın, rahatsız edici bir dizi olayla karşı karşıya kaldığı bir hikâyeyi anlatıyor. Ablow'un (yani yazarımızın kendisi d) psikiyatrist. Tıbbi psikiyatri bilgisini kullanarak bir katilin zihnini ve motivasyonlarını okuyucuya başarıyla aktardığını düşünüyorum. Kitap, insan doğasının karanlık yönlerine, özellikle narsisizm ve empati eksikliği gibi psikopatolojik unsurlara yoğunlaşırken aynı zamanda toplumsal ve bireysel travmaların insan davranışlarına etkisini de sorguluyor.

Dr. Frank Clevenger hem profesyonel hem de kişisel hayatında karmaşık bir karakter. Kendisi de kusurlu bir insan olduğundan kitabı okurken bu karakter bana hem onunla empati kurdurttu hem de ahlaki açıdan sorgulamalar yaptırttı. Katil karakter ise gerçekçi detaylarla inşa edilmiş; zihnindeki karanlık ve karmaşık yapı okura adeta bir akıl oyunu sunuyor. Ablow, karakter gelişiminde hem psikiyatrik bilgi birikimini hem de edebi yeteneğini ustalıkla kullanmış.

Kitabın en güçlü yönlerinden biri bana göre sürekli tetikte tutan atmosferiydi. Ablow, gerilim dozunu yavaş yavaş artırarak beni hikâyenin içine çekti de çekti. Zaman zaman rahatsız edici derecede ayrıntılı olan cinayet ve suç sahneleri hikâyenin karanlık havasını güçlendiriyor.


Keith Ablow’un anlatımı ise sade ancak etkileyici. Psikolojik terimlerin ve klinik detayların hikâyeye yansıması beni bilgiyle boğmadan öğretici bir yan sundu. Bununla birlikte, bazı bölümlerde olay örgüsü tahmin edilebilir hale gelebiliyor, bu da kitaptaki gerilimi zaman zaman zayıflatıyor. Büyük bir klişe de yakaladım yani kitapta. Spoiler (detay) vermemek için bunu yazmıyorum ama kitabı okuduysanız ya da okursanız tahmin edebilirsiniz diye düşünüyorum.


Okumalı mısınız? Psikolojik gerilim severler için tatmin edici bir roman diye düşünüyorum. Keith Ablow’un psikiyatristlik geçmişi, hikâyeye derinlik ve inandırıcılık katıyor. Kitap, insan zihninin karanlık yönlerini keşfetmek isteyenler için etkileyici bir okuma sunuyor. Ancak bazı okuyucular için rahatsız edici olabilecek sahneler içerdiğinden bu türden hoşlanmayanların dikkatli olması gerekebilir. Genel olarak, Ablow’un hem psikolojik hem de edebi yeteneklerini sergilediği başarılı bir eser ve ben büyük bir zevkle okudum.


Alıntılar

Eğer iyiye ulaşmanın bir yolu varsa o da bütün kötülüklerle tanışmaktan geçer.
Syf: 191

Bir toplum olarak hepimiz İsa ya da Gandhi gibi davranabiliriz. Yalnız kaldığımızda ise çoğumuz Terminatör gibi davranıyoruz.
Syf: 249

Arınmak kavganın yarısıdır.Kendine gelmeni sağlayacak olan şey doğrucu bir insan olmaktır - acıyı sahiplenmek ve uyuşturucu ya da yalanla uzaklaştırmaya çalışmamak.
Syf: 275

Yaşam bir savaş meydanı. Hep öyle oldu ve hep öyle olacak ve eğer öyle olmasaydı, var oluş sona ererdi.
Syf: 315

Sevgili Deeptone dün Ağaç Ev Sohbetleri ile ilgili böyle bir konu seçmiş: her şiir, her kitap sanat mıdır?. Benim için oldukça güzel ve alevli bir konu. Deep'in yazısını okurken aklımdan bir sürü şey geldi geçti ve bu yüzden bu hafta ben de katılmak istedim. Bunu paylaştığımda saat 12 ama sabah 8'den beri bunun üzerinde yazıyorum ve düşüncelerimi toparlamaya çalışıyorum. Bu konu üzerindeki fikirlerimi belirttim ve bununla ilgili tartışmalara da açığım. Yorumlar da tüm fikirlerinizi belirtebilirsiniz. Farklı görüşler görmeyi, okumayı ve tartışmayı seviyorum!

Ağaç Ev Sohbetleri: Her hafta bir blog tarafından seçilen konu etrafında isteyen tüm blog yazarlarının bu konu hakkında yazdıkları ortak bir tartışma etkinliği.




Sanat ve edebiyat, tarih boyunca farklı bakış açılarına göre tanımlanmış ve sınırları sürekli tartışılmıştır. Her yazılan eserin sanat sayılıp sayılmayacağı konusu da bu tartışmaların merkezinde yer alır. Kimi zaman bir dönem eseri toplumsal olarak değerlendirirken, kimi zaman bireysel ifade gücü ön planda tutulur. Yazıya başlamadan önce bir de sanatın Türk Dili Kurumu'na göre anlamına bakmaya karar verdim. Aşağıdaki tanımlar tamamıyla TDK'nın resmi sözlük sitesinden alıntıdır:


Sanat

Arapça ṣanʿat

1. isim Duygu ve düşünceleri göze ve gönle hitap edecek şekilde söz, yazı, resim, heykel vb. ile ifade etme konusundaki yaratıcılık:

      "Bir oyunun on beş gün sürmesi bir sanat hadisesi olduğunu gösterirdi." - Tarık Buğra


2. isim Belli bir uygarlığın veya topluluğun anlayış ve zevk ölçülerine uygun olarak yaratılmış anlatım:

      "İtiraf edelim ki dünkü halkımız henüz sanata karşı hazırlıklı olmadığı için çok büyük müşkülata maruz kalıyordu." - Asaf Halet Çelebi


3. isim Bir şey yapmada gösterilen ustalık:

      Konuşma sanatı.


4. isim Bir meslekte uyulması gereken kuralların tümü:

      Askerlik sanatı.


5. isim ► zanaat.


Her Şiir, Kitap Sanat mıdır?


Bana göre sanat için yapılan her şey sanattır. Sadece sanatın kalitesi vardır ve bu kişiden kişiye değişir. Çünkü sanat bir insanın duygu ve düşüncelerini ifade ettiği estetik ve gönle hitap eden herhangi bir yazı, resim vesairedir. Bu tanıma baktığımızda estetiklik, yaratıcılık ve gönle hitap etmesi kişiden kişiye değişir. Bu yüzden bir insan beğenmese bile üzerinde uğraşılmış ve sanatını konuşturmak için uğraşmış bir ürüne sanat değildir demek bence oldukça kabadır. 


Edebiyat bir sanat dalıdır. Bu yüzden kitaplar ve şiirler de sanattır. Edebiyat türü olduğu sürece içeriğinin ne olduğu önemli değildir*. Çünkü herhangi birine bir şey ifade etmeyen bir şiir kimisi için çok önem taşır. Belki tek bir kelimesinden çocukluğuna dair bir şey bulur ve "işte bu sanattır" der; çünkü ruhuna ve gönlüne işlemiştir. Ben üniversitedeyken bir şiir okutulmuştu. Şair bu şiirde sadece eşini aşağılıyordu. Şiirin ya da şairin ismi aklımda değil ama eski dönemlere aitti. Ben o zaman bu şiiri okuduğumda resmen sinirlenmiştim. "Bu ne ya, adam sadece karısını sövmüş, edebiyat olmuş, günümüze gelmiş, bu nedir" demiştim. Ama şimdi düşündüğümde bunun altında birçok şey yatabilir. Mesela, o dönemde ya da bu dönemde kadınların da kötüsü olmuyor mu? Belki de eşine çok çekmiştir ve eşi de ona zarar vermek yerine duygularını şiire dökerek öfkesini dindirmek istemiştir. Çünkü sanat bir yerde kaçıştır.  Sanat, duyguların en yoğun ve en samimi şekilde dışa vurulduğu bir alandır. Şairin bu şiirinde öfkesini, kırgınlığını ya da hayal kırıklığını ifade ediş şekli, bize onun iç dünyasına dair bir pencere açar. Belki de bu şiir, sadece bireysel bir hesaplaşma değil, dönemin kadın-erkek ilişkilerindeki dinamiklere dair bir eleştiriydi. O dönemin toplumsal yapısını düşündüğümüzde, şairin eşine duyduğu öfkeyi bu kadar açık bir şekilde dile getirmesi, onun cesareti ya da yaşadığı toplumsal baskılarla başa çıkma yöntemi olarak da yorumlanabilir.


Bununla birlikte, sanatın bir diğer özelliği de çok boyutlu yorumlara açık olmasıdır. Bu şiir, bir okurun gözünde öfke dolu bir metin olarak kalabilirken, bir başkası için toplumsal eşitsizliğin izlerini taşıyan bir belgedir. Belki de o şairin amacı, karısını aşağılamaktan çok, kendi çaresizliğini ve dönemin sert gerçeklerini gözler önüne sermekti. Bu da bizi şu noktaya getiriyor: Sanat, bazen hoşumuza gitmeyen duygularla ya da fikirlerle yüzleşmemizi sağlar ve bu bile başlı başına bir anlam taşır.


Sanat, salt güzellik ya da yücelik sunmak zorunda değildir. Bazen en çirkin ve rahatsız edici olan, en derin izleri bırakır. O şiiri okurken hissettiğiniz öfke bile, sanatın size dokunduğunu ve sizi düşündürdüğünü gösterir. Edebiyat ve şiir, insan ruhunun karmaşıklığını anlamamıza olanak tanır. Belki o şair, kendi çaresizliğini yansıtırken, size de empati yapma ve farklı bir bakış açısıyla değerlendirme fırsatı sundu.


Sonuçta, her eserin ardında bir insan ve onun hikâyesi vardır. Bu hikâyeyi anlamaya çalışmak, eserle kurduğumuz ilişkiyi derinleştirir. Sizi rahatsız eden bir şiir bile, başka birinde hayranlık uyandırabilir. Ancak burada önemli olan, bu eserin sanat olup olmadığını tartışmaktan çok, onun kalitesini ya da bize ne ifade ettiğini değerlendirmektir. Sonuç olarak, sanat için yapılan her şey sanattır; bunun niteliği ya da değeri ise izleyicinin, okurun veya dinleyicinin öznel algısına bağlıdır. Bazı eserler bizi derinden etkilerken, bazıları yalnızca bir dönemsel belge ya da ilginç bir detay olarak kalabilir. 


*Ders kitapları, ansiklopediler, sadece bilim üzerine yazılan kitaplar, boyama kitapları, bulmaca kitapları vs. edebiyata ait değildir bu yüzden sanat da değildir. Bu kitaplar içerikleri nedeniyle sanattan ayrılabilir. Fakat fantastik, korku, tarihle iç içe geçmiş roman kitaplarının sanat olup olmadığı bana göre tartışalamaz, çünkü bir edebiyat türüdür bu yüzden de sanattır.


Her Şiir, Her Kitap Sanat mıdır? - Ağaç Ev Sohbetleri

4 Aralık 2024 Çarşamba

,

Sevgili Deeptone dün Ağaç Ev Sohbetleri ile ilgili böyle bir konu seçmiş: her şiir, her kitap sanat mıdır?. Benim için oldukça güzel ve alevli bir konu. Deep'in yazısını okurken aklımdan bir sürü şey geldi geçti ve bu yüzden bu hafta ben de katılmak istedim. Bunu paylaştığımda saat 12 ama sabah 8'den beri bunun üzerinde yazıyorum ve düşüncelerimi toparlamaya çalışıyorum. Bu konu üzerindeki fikirlerimi belirttim ve bununla ilgili tartışmalara da açığım. Yorumlar da tüm fikirlerinizi belirtebilirsiniz. Farklı görüşler görmeyi, okumayı ve tartışmayı seviyorum!

Ağaç Ev Sohbetleri: Her hafta bir blog tarafından seçilen konu etrafında isteyen tüm blog yazarlarının bu konu hakkında yazdıkları ortak bir tartışma etkinliği.




Sanat ve edebiyat, tarih boyunca farklı bakış açılarına göre tanımlanmış ve sınırları sürekli tartışılmıştır. Her yazılan eserin sanat sayılıp sayılmayacağı konusu da bu tartışmaların merkezinde yer alır. Kimi zaman bir dönem eseri toplumsal olarak değerlendirirken, kimi zaman bireysel ifade gücü ön planda tutulur. Yazıya başlamadan önce bir de sanatın Türk Dili Kurumu'na göre anlamına bakmaya karar verdim. Aşağıdaki tanımlar tamamıyla TDK'nın resmi sözlük sitesinden alıntıdır:


Sanat

Arapça ṣanʿat

1. isim Duygu ve düşünceleri göze ve gönle hitap edecek şekilde söz, yazı, resim, heykel vb. ile ifade etme konusundaki yaratıcılık:

      "Bir oyunun on beş gün sürmesi bir sanat hadisesi olduğunu gösterirdi." - Tarık Buğra


2. isim Belli bir uygarlığın veya topluluğun anlayış ve zevk ölçülerine uygun olarak yaratılmış anlatım:

      "İtiraf edelim ki dünkü halkımız henüz sanata karşı hazırlıklı olmadığı için çok büyük müşkülata maruz kalıyordu." - Asaf Halet Çelebi


3. isim Bir şey yapmada gösterilen ustalık:

      Konuşma sanatı.


4. isim Bir meslekte uyulması gereken kuralların tümü:

      Askerlik sanatı.


5. isim ► zanaat.


Her Şiir, Kitap Sanat mıdır?


Bana göre sanat için yapılan her şey sanattır. Sadece sanatın kalitesi vardır ve bu kişiden kişiye değişir. Çünkü sanat bir insanın duygu ve düşüncelerini ifade ettiği estetik ve gönle hitap eden herhangi bir yazı, resim vesairedir. Bu tanıma baktığımızda estetiklik, yaratıcılık ve gönle hitap etmesi kişiden kişiye değişir. Bu yüzden bir insan beğenmese bile üzerinde uğraşılmış ve sanatını konuşturmak için uğraşmış bir ürüne sanat değildir demek bence oldukça kabadır. 


Edebiyat bir sanat dalıdır. Bu yüzden kitaplar ve şiirler de sanattır. Edebiyat türü olduğu sürece içeriğinin ne olduğu önemli değildir*. Çünkü herhangi birine bir şey ifade etmeyen bir şiir kimisi için çok önem taşır. Belki tek bir kelimesinden çocukluğuna dair bir şey bulur ve "işte bu sanattır" der; çünkü ruhuna ve gönlüne işlemiştir. Ben üniversitedeyken bir şiir okutulmuştu. Şair bu şiirde sadece eşini aşağılıyordu. Şiirin ya da şairin ismi aklımda değil ama eski dönemlere aitti. Ben o zaman bu şiiri okuduğumda resmen sinirlenmiştim. "Bu ne ya, adam sadece karısını sövmüş, edebiyat olmuş, günümüze gelmiş, bu nedir" demiştim. Ama şimdi düşündüğümde bunun altında birçok şey yatabilir. Mesela, o dönemde ya da bu dönemde kadınların da kötüsü olmuyor mu? Belki de eşine çok çekmiştir ve eşi de ona zarar vermek yerine duygularını şiire dökerek öfkesini dindirmek istemiştir. Çünkü sanat bir yerde kaçıştır.  Sanat, duyguların en yoğun ve en samimi şekilde dışa vurulduğu bir alandır. Şairin bu şiirinde öfkesini, kırgınlığını ya da hayal kırıklığını ifade ediş şekli, bize onun iç dünyasına dair bir pencere açar. Belki de bu şiir, sadece bireysel bir hesaplaşma değil, dönemin kadın-erkek ilişkilerindeki dinamiklere dair bir eleştiriydi. O dönemin toplumsal yapısını düşündüğümüzde, şairin eşine duyduğu öfkeyi bu kadar açık bir şekilde dile getirmesi, onun cesareti ya da yaşadığı toplumsal baskılarla başa çıkma yöntemi olarak da yorumlanabilir.


Bununla birlikte, sanatın bir diğer özelliği de çok boyutlu yorumlara açık olmasıdır. Bu şiir, bir okurun gözünde öfke dolu bir metin olarak kalabilirken, bir başkası için toplumsal eşitsizliğin izlerini taşıyan bir belgedir. Belki de o şairin amacı, karısını aşağılamaktan çok, kendi çaresizliğini ve dönemin sert gerçeklerini gözler önüne sermekti. Bu da bizi şu noktaya getiriyor: Sanat, bazen hoşumuza gitmeyen duygularla ya da fikirlerle yüzleşmemizi sağlar ve bu bile başlı başına bir anlam taşır.


Sanat, salt güzellik ya da yücelik sunmak zorunda değildir. Bazen en çirkin ve rahatsız edici olan, en derin izleri bırakır. O şiiri okurken hissettiğiniz öfke bile, sanatın size dokunduğunu ve sizi düşündürdüğünü gösterir. Edebiyat ve şiir, insan ruhunun karmaşıklığını anlamamıza olanak tanır. Belki o şair, kendi çaresizliğini yansıtırken, size de empati yapma ve farklı bir bakış açısıyla değerlendirme fırsatı sundu.


Sonuçta, her eserin ardında bir insan ve onun hikâyesi vardır. Bu hikâyeyi anlamaya çalışmak, eserle kurduğumuz ilişkiyi derinleştirir. Sizi rahatsız eden bir şiir bile, başka birinde hayranlık uyandırabilir. Ancak burada önemli olan, bu eserin sanat olup olmadığını tartışmaktan çok, onun kalitesini ya da bize ne ifade ettiğini değerlendirmektir. Sonuç olarak, sanat için yapılan her şey sanattır; bunun niteliği ya da değeri ise izleyicinin, okurun veya dinleyicinin öznel algısına bağlıdır. Bazı eserler bizi derinden etkilerken, bazıları yalnızca bir dönemsel belge ya da ilginç bir detay olarak kalabilir. 


*Ders kitapları, ansiklopediler, sadece bilim üzerine yazılan kitaplar, boyama kitapları, bulmaca kitapları vs. edebiyata ait değildir bu yüzden sanat da değildir. Bu kitaplar içerikleri nedeniyle sanattan ayrılabilir. Fakat fantastik, korku, tarihle iç içe geçmiş roman kitaplarının sanat olup olmadığı bana göre tartışalamaz, çünkü bir edebiyat türüdür bu yüzden de sanattır.


Piksel sanatını sevmiyorum dedim dedim sonunda sevmeye başladım, hatta başladım değil beni içine aldı iyice. Böyle cozy gelmeye başladı baya. Önceden çiftlik oyunu olarak sadece telefonda Hay Day oynamıştım. O oyun da güzeldi o zamanlar, 4-5 sene önce oynuyordum sanırım. Ama artık telefondan oyun oynamayı tercih etmiyorum. Neyse, Stardew Valley çok karşıma çıkıyordu. Bir de Co-Op modu olunca (yani başkalarıyla oynayabileceğimiz mod) sevgilimle denemek istedim. Kendime de ona da aldım ve her gece oynuyoruz, çok da eğleniyoruz!




Modern yaşamın kaosundan kaçmak ve huzur dolu bir köy hayatına adım atmak... Gerçek hayatta ara sıra yaptığım bir şey olsa da hemen elimin altında sanal bir dünyada da bunu inşa edebilmek hoşuma gidiyor doğrusu. Stardew Valley ise tam da bu hayali gerçekleştirmek için tasarlanmış büyüleyici bir oyun. Eric Barone’un (ConcernedApe) tek başına geliştirdiği bu yapım, sadece bir çiftçilik simülasyonu değil, aynı zamanda oyuncuyu derinlemesine etkileyen bir yaşam deneyimi sunuyor.



Oyuna büyükşehirde sıkışıp kalmış bir karakterin, dedesinden miras kalan bir çiftliğe yerleşmesiyle başlıyoruz. Ancak bu çiftlik başlangıçta adeta bir harabe. Toprakları temizlemek, ekinler yetiştirmek, hayvanlar beslemek ve komşularla bağ kurmak gibi görevlerle dolu bir serüven bizi bekliyor. Her şey kendi ritmiyle akıyor, ne bir yarış ne de bir zaman baskısı var. Bu özgürlük hissi, oyunun sunduğu huzuru daha da pekiştiriyor.



Görsel tasarımı, nostaljik piksel grafiklerle sıcak bir atmosfer yaratıyor. Gün doğumlarının ve mevsimlerin getirdiği görsel şölen beni büyüledi. Müzikleri ise oyunun ruhuna mükemmel bir şekilde eşlik ediyor. Sakin, dingin melodiler hem çalışırken hem de keşfederken bize eşlik ediyor. Hatta birkaç şarkısını ben Spotify listeme bile ekledim.



Stardew Valley'in en etkileyici yönlerinden biri de topluluk odaklı yapısı. Köyde yaşayan NPC’lerin her biri kendine has kişiliklere ve hikâyelere sahip. Onlarla dostluklar kurabilir, hatta romantik ilişkiler geliştirebilirsiniz. Bu, oyunun duygusal bağ kurma potansiyelini artırıyor ve biz oyuncuları Pelican Town’un bir parçası gibi hissettiriyor.



Keşif, oyunun diğer büyüleyici bir unsuru. Yeraltı madenciliği yapabilir, balık tutabilir, festivallere ya da etkinliklerine katılabilir veya büyü ve sırlarla dolu köyün gizemlerini çözebilirsiniz. Bu çeşitlilik oyunun her seferinde farklı bir deneyim sunmasını sağlıyor.


Sonuç olarak Stardew Valley, sadece bir oyun değil; bir sığınak, bir kaçış gibi oldu benim için. Doğanın sadeliği ve küçük şeylerden mutluluk duymayı sağlıyor. Dijital dünyada böyle güzel bir şekilde harmanlanmış nadir yapımlardan biri. İster birkaç saatlik rahatlama ister uzun vadeli bir yaşam simülasyonu arıyor olun, bu oyun size ihtiyaç duyduğunuz huzuru sunacak.


Pelican Town’un kapıları size de her zaman açık! 🌱


Stardew Valley | Oyun Önerisi

27 Kasım 2024 Çarşamba

,

Piksel sanatını sevmiyorum dedim dedim sonunda sevmeye başladım, hatta başladım değil beni içine aldı iyice. Böyle cozy gelmeye başladı baya. Önceden çiftlik oyunu olarak sadece telefonda Hay Day oynamıştım. O oyun da güzeldi o zamanlar, 4-5 sene önce oynuyordum sanırım. Ama artık telefondan oyun oynamayı tercih etmiyorum. Neyse, Stardew Valley çok karşıma çıkıyordu. Bir de Co-Op modu olunca (yani başkalarıyla oynayabileceğimiz mod) sevgilimle denemek istedim. Kendime de ona da aldım ve her gece oynuyoruz, çok da eğleniyoruz!




Modern yaşamın kaosundan kaçmak ve huzur dolu bir köy hayatına adım atmak... Gerçek hayatta ara sıra yaptığım bir şey olsa da hemen elimin altında sanal bir dünyada da bunu inşa edebilmek hoşuma gidiyor doğrusu. Stardew Valley ise tam da bu hayali gerçekleştirmek için tasarlanmış büyüleyici bir oyun. Eric Barone’un (ConcernedApe) tek başına geliştirdiği bu yapım, sadece bir çiftçilik simülasyonu değil, aynı zamanda oyuncuyu derinlemesine etkileyen bir yaşam deneyimi sunuyor.



Oyuna büyükşehirde sıkışıp kalmış bir karakterin, dedesinden miras kalan bir çiftliğe yerleşmesiyle başlıyoruz. Ancak bu çiftlik başlangıçta adeta bir harabe. Toprakları temizlemek, ekinler yetiştirmek, hayvanlar beslemek ve komşularla bağ kurmak gibi görevlerle dolu bir serüven bizi bekliyor. Her şey kendi ritmiyle akıyor, ne bir yarış ne de bir zaman baskısı var. Bu özgürlük hissi, oyunun sunduğu huzuru daha da pekiştiriyor.



Görsel tasarımı, nostaljik piksel grafiklerle sıcak bir atmosfer yaratıyor. Gün doğumlarının ve mevsimlerin getirdiği görsel şölen beni büyüledi. Müzikleri ise oyunun ruhuna mükemmel bir şekilde eşlik ediyor. Sakin, dingin melodiler hem çalışırken hem de keşfederken bize eşlik ediyor. Hatta birkaç şarkısını ben Spotify listeme bile ekledim.



Stardew Valley'in en etkileyici yönlerinden biri de topluluk odaklı yapısı. Köyde yaşayan NPC’lerin her biri kendine has kişiliklere ve hikâyelere sahip. Onlarla dostluklar kurabilir, hatta romantik ilişkiler geliştirebilirsiniz. Bu, oyunun duygusal bağ kurma potansiyelini artırıyor ve biz oyuncuları Pelican Town’un bir parçası gibi hissettiriyor.



Keşif, oyunun diğer büyüleyici bir unsuru. Yeraltı madenciliği yapabilir, balık tutabilir, festivallere ya da etkinliklerine katılabilir veya büyü ve sırlarla dolu köyün gizemlerini çözebilirsiniz. Bu çeşitlilik oyunun her seferinde farklı bir deneyim sunmasını sağlıyor.


Sonuç olarak Stardew Valley, sadece bir oyun değil; bir sığınak, bir kaçış gibi oldu benim için. Doğanın sadeliği ve küçük şeylerden mutluluk duymayı sağlıyor. Dijital dünyada böyle güzel bir şekilde harmanlanmış nadir yapımlardan biri. İster birkaç saatlik rahatlama ister uzun vadeli bir yaşam simülasyonu arıyor olun, bu oyun size ihtiyaç duyduğunuz huzuru sunacak.


Pelican Town’un kapıları size de her zaman açık! 🌱


Kayıp Fısıltı Eski Gönderiler